İyi Aile Yok Mudur?

“İyi Aile Yoktur”Nihan Kaya’nın 2018’de yayımlanan onuncu kitabı.  Kitap ebeveyn-çocuk ilişkisi, çocuğun yaşama bakış açısı, eğitim sistemindeki problemler gibi pek çok konuyu ele alıyor. Başlamadan önce değinmek istediğim nokta ise kitabı okuması gerekenlerin sadece ebeveynler ya da gelecekte çocuk yetiştirme planı olan bireyler olmadığı gerçeği. Kitap her insanın kendi çocukluk döneminin olmak istediği kişiyi gerçekleştirmesine nasıl engel olduğunun farkına varmasını ve kendi iç sesine ulaşmasını hedefliyor.

İyi Aile Yokturen başta ismiyle ve ilk bölümün başlangıcındaki “Çocukluk cehennemdir.” cümlesiyle dikkat çekiyor ve pek çok eleştiriye maruz kalıyor. Bu durumun kitabın asıl amacı olduğuna inandığım farkındalık uyandırma gayesinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Kitap aile, anne-baba gibi kavramların kutsallaştırılmasının ve çocukluk dönemi boyunca çocuğun anne-baba tarafından en mükemmel şekilde yetiştirildiğine olan inancın etkilerine dikkat çekmek istiyor.

Kitapta da anlatıldığı gibi anne-baba olarak hatalarımızın farkına varmak ve kabul etmek  hem çocuğumuzla hem de kendimizle olan ilişkimizi tamamen değiştirebilecek bir adım. Toplumumuzun büyük kesiminde benimsenen yetiştirme tarzı çocuğu kendi kurallarımız ve isteklerimiz doğrultusunda büyüterek o doğmadan önce ona biçtiğimiz rolü gerçekleştirmesini beklemektir. Bu durumun sonucunda ebeveynlerin kendi istek ve düşüncelerini çocuğa yerleştirmesi kaçınılmazdır. Tüm bunların çocuğun kendi iç sesini bastırmasına neden olduğuna ve ileriki dönemlerde depresyonun ana nedenlerinden birine dönüştüğüne de kitapta değiniliyor. Bu anlamda kitapta çokca söz edilen çocuğun bizden ayrı bir birey olduğu farkındalığına erişebilmek çok önemli.

Çocuğun bize kendisini anlatmasına izin verebilirsek bu bize aynı zamanda çocukla birlikte gelişme ve asıl olmak istediğimiz kişiye dönüşme fırsatını da doğurur. Kendi iç ebeveyn seslerimizi fark edip kendi sesimize ulaşmamızı sağlar.

Yazarın anneliğin kutsal sayılmasının sonuçlarıyla ilgili dikkat çektiği diğer bir nokta ise “projection” yani yansıtma.

Yazar, kişinin kendisine ait olduğunu kabul etmediği kötü taraflarını çocuğuna yansıttığını söylüyor. Bunun abartılı bir suçlama olduğunu düşünebilirsiniz nitekim ben de bu bölümü ilk okuduğumda aynı şekilde hissettim. Daha sonraları farkına vardığım şey şu ki toplumumuzda ebeveynler çocuğun istemediği ya da rahatsız olduğu birçok söylemde ve davranışta bulunuyor. Buna gerekçe olarak da çocuğu sevdiklerini ve onun iyiliğini düşündüklerini söylüyorlar. İşte tam bu anlayışla ilgili olarak kitapta sevgi iddiasının saygı göstermemenin bir yolu olduğunu söylüyor Nihan Kaya. Çocuğumuzu sevdiğimiz için onun düşüncelerine, seçim yapma hakkına ve kararlarına saygı göstermemeyi hak olarak görebiliyoruz kendimizde. Oysa bilmemiz gereken şu ki hiçbir bahane olmaksızın çocuk da her birey gibi tam bir saygıyı ve kabulü hak eder.

Nihan Kaya kitabında dışarıdan görülemeyen ya da aile dışındaki bireylerden gelmeyen istismarları yok saydığımızı ancak çocuğun ebeveynleri tarafından da istismara maruz kaldığını belirtiyor. Bu düşünce okuduğumda benim de zihnimde ani bir tepkiye ve reddedişe neden olan bir düşünce. Bu noktada aklıma yine Nihan Kaya’nın kitabın başında yer verdiği bir Hallac-ı Mansur alıntısı geliyor: “Cehennem acı çektiğimiz yer değildir. Cehennem acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir.” Çocuğun acı çektiğini kimsenin fark etmediği bir ortamda büyümesi ve bizim çocuklukta çektiğimiz acıları fark edemeden yaşamamız kendimiz olmamıza izin vermeyen engelleri kaldıramamamıza neden olur.

Bu noktada sert ya da yumuşak bir dille yaratılabilecek farkındalık tüm hayatımızı ve ilerde çocuğumuzun da tüm hayatını değiştirebilir.

Nihan Kaya’nın kitabında ilgi çeken bir diğer kısım ise modern eğitim sistemini eleştirdiği bölüm. Nihan Kaya bu bölümde istismarın eğitim hayatında da aile içindeki istismarın uzantısı olarak devam edişini anlatıyor. Kitapta ilgimi çeken bir benzetme olan tek taraflı akışla doldurulması gereken boş kap benzetmesi yapılıyor öğrenciler için. Kuralları ve sınırları tamamıyla eğiticiler tarafından belirlenmiş bir eğitim sisteminin içinde herhangi bir özgürlük alanından ya da yaratıcılıktan bahsedebilir miyiz? Bu noktada kitabın dikkat çektiği ve farkına varmamızın çok mühim olduğu gerçek şu ki, modern eğitim sisteminin amacı iradesi güçlü ve eleştirel düşünebilen bireyler değil; topluma ve devlete hizmet edecek itaatkar bireyler yetiştirmektir. İtaat etmek üzere eğitilmenin çocukluğumuzda başlayıp okulda devam eden bir süreç olması bizi ileriki hayatımızda da itaatkarlığa açık hale getiriyor. Çocukluğumuz ileriki dönemde kendimizle olan ilişkimizde belirleyici rol oynuyor. Bir süre sonra anne-babanın ve eğitmenlerin sesini kendi sesimiz zannetme yanılgısına düşüyoruz. Bu noktada Nihan Kaya, kendi öz güvenini oluşturamayan çocuğun bilinçli ya da bilinçsiz şekilde anne ve babasına bağımlı hale geldiğinianlatıyor kitabında. Benim de çokca şahit olduğum gerçek şu ki kişinin hayatı ve kendisi hakkında sahip olduğu his ve düşüncelerinin aslında anne ve babasına ait olduğunu anlaması kendini gerçekleştirmesini önleyen tüm engelleri kaldırabilme gücünü de beraberinde getiriyor.

İyi Aile Yoktur ebeveynlere yönelik eleştiriler içermesi ve dili nedeniyle birçok tepkiye maruz kalıyor. Bu konuda kitabın okunması kolay bir metin olmadığını söyleyebilirim. Okuyucuların çoğunlukla kusursuz olarak nitelendirdikleri ya da uzun süre boyunca üzerinde düşünmedikleri çocukluklarıyla karşılaşmaları zorlayıcı bir süreç olabilir. Ancak Nihan Kaya’nın da kitapta söylediği gibi travmayı yaşayabilenler ruhsal farkındalık ve iyileşmede her zaman daha ileridedir.

Toplumda anne, baba ve çocuk üçgeni kutsal kabul ediliyor ve ciddi bir istismara şahit olmadan bu üçgen arasındaki ilişkilere müdahele edilmiyor. Çocuk da bu kutsallık nedeniyle ebeveynlerine karşı öfke ya da kızgınlık gibi duygulara sahip olamayacağına inandırılıyor ve hatta topluma karşı da ebeveynlerini kusursuz gösterme çabasına giriyor.

Nihan Kaya kitapta gerçek hislerimizle yüzleşmedikçe farkında olmasak bile bize acı çektirenleri affedemediğimizi belirtiyor. Anne-babaya bağımlılığımızdan kurtulduğumuzda suçluluk hissinden de kurtulduğumuzu ve o zaman affetmenin kendiliğinden geldiğini söylüyor.

Son olarak kitapta en çok ilgimi çeken ve toplumda genellikle tam tersinin düşünüldüğüne inandığım konu ise affetmenin gerekliliği. Nihan Kaya’nın da söylediği gibi içimizde bazı düğümleri çözümlediğimizde affetmek kendiliğinden gelebilir. Diğer bir yandan kişinin üzülme, acı çekme, yas tutma ve affetmeme hakkı vardır. Bu hakka saygı duymak gereklidir. Kitapta da anlatıldığı gibi başarılı terapinin hedefi kişiyi acı verici bağımlılıklarından kurtarmaktır; uzlaşma ya da barışma değildir. Kitabı okumanızı ve kendi gerçeklerinizle karşılaşma cesareti göstermenizi çok isterim. Bitirmeden önce dileğim bu kitapla kendi iç sesinize ulaşabilmeniz ya da iç sesininize ulaşabileceğiniz bir terapi yolculuğuna çıkabilmeniz. Keyifli okumalar!

Zeynep YalçınkayaZeynep Yalçınkaya

Yorumlar

İpek Uzan6 Ekim 2020

Ne güzel yorumlamışsınız en kısa sürede alıp okumak istiyorum.

Meryem Temiz 5 Ekim 2020

Ilgili içerikten oldukça istifade ettim, tebrik ederim, başarılarınız daim olsun.